Kimseye
gece yaşananları belli etmemeye çalışacağım derken, tam tersi tedirginlik ve
telaş içerisinde davranmaya başlamıştım. Filiz hiçbir şeyden şüphelenmemiş olsa
bile, ben her sözünde, kullandığı her kelimede manalar arıyordum. Sanki
Aysun’la yaşadıklarımız yüzümüzden okunuyordu.
Düşününce
benim hiç kabahatim yoktu aslında ama yinede inanılmaz bir vicdan azabı
duyuyordum. Oysa yaşananlar esnasında ne kadar da mutluydum. O sırada tattığım
duyguların da, şu an yaşadığım karmaşık mutsuzluğun kaynağı da tamamen
Aysun’du.
‘
Her şeyi bütün açıklığı ile anlat ve kurtul ! ’,dedim kendi kendime. Fakat
olanlar üzerine biraz düşününce kimsenin mutsuz olmadığını fark ettim. Oysa dün
gece yaşananlar açığa çıkarsa tahminen dördümüz birden çok berbat durumlara
düşecektik. Hayal kırıklıkları da cabası. Aysun’un hepimize oynamış olduğu bu
oyuna bir kere dâhil olduktan sonra affını istemek bana pek de akıl kârı gibi
gelmemişti.
Neyse
ki yolculuk bitiminde bahaneye gerek duymadan tekrar görüşmek üzere rahatlıkla
ayrılabildik. Malum benim akrabalarıma yapmam gereken bir bayram ziyareti,
onlarınsa Pamukkale’de yapmayı planladıkları bir tatil vardı.
Benim
bulunduğum yer ile Pamukkale’de kalacakları otel arası yirmi kilometre, yani
yaklaşık on beş dakikalık mesafede idi. Her ne kadar Filiz’den ayrı kalmayı hiç
istemesem de, bir günlük molanın kafamı toparlamam da çok faydası olacağını
düşünüyordum. Her türlü telefon bilgilerini aldıktan sonra herkesle vedalaşıp
otelin yolunu tuttum.
İlerleyen
günlerde Pamukkale’de, Filiz’in yakınında bir otele yerleşirim düşüncesiyle
akrabalarımın evinde kalmamaya karar verdim. Bir kere evlerine yerleşirsem
bayramın ikinci - üçüncü günü onları terk etmek çok zor olurdu benim için. Bir
sürü sorgu sualden de geçmeye hiç niyetim yoktu ayrıca. En iyisi, başta peşin
peşin bir otele yerleşip, akrabalarıma da ‘arkadaş grubuyla geldik,
Pamukkale’de konaklıyoruz’ demek olacaktı bu durumda.
Kendime
göre bir şehir içi oteli bulup yerleştim. Denizli konaklamak için çok uygun bir
şehirdir. Pamukkale gibi, merkeze yakın, turistik beldelere sahip yerlerdeki şehir
içi otellerinde genelde yer bulmak kolay olur. Benim için asıl zor olacak safha
belli ki, Pamukkale’deki otellerde yer aramak olacaktı.
Geleceğimi
daha önceden haber verdiğim için telefonum şehre geldiğimden beri sürekli
çalıyordu. Baktım kaçış yok, nasıl olsa bir bahane bulup evden çıkarım
düşüncesiyle akrabalarıma gidip arife gününden hepsiyle bayramlaştım. Oldum
olası toplumun ‘klişe’lerine ters açıdan bakmayı yeğlemişimdir. Benim için
önemli olan hep ‘niyet’ olmuştur. Dolayısıyla arife günü bayramlaşmayı,
bayramın birinci gününü beklemekten daha etkili bulurum. Bir çeşit protesto
herhalde.
Lakin
bu yaşam tarzı beni ayakta tutan şey oluyordu çoğu zaman. Kimsenin
görmediklerini görebiliyordum bu sayede. Hayata, olaylara farklı noktalardan
bakmasını seviyorum. Nitekim son yaşadıklarım karşısındaki tepkilerimde çok
etkisi vardı bu bakış açısının. Uzun bir zamandır duyduğum, yaşadığım hiçbir
şey beni yeterince şaşırtamıyordu. İngilizlerin, ‘Güneş altında hiçbir şey imkânsız
değildir’ sözü, benim yaşama bakışımı anlatıyordu bir nevi. Hayatta olan biten
her şeyin bir sebeple oluştuğuna inanır, eylemde bulunanların da kendilerine
göre gerekçeleri olabileceğini düşünürüm çoğu zaman.
Yine
de ne düşünürsem düşüneyim Aysun’un yaptıklarına kendimce yeterli bir sebep
bulamıyordum. Gerçi ikisini de hiç tanımıyordum ama bir insan kardeşine, hem de
ikizine neden böyle bir şey yapar bir türlü anlam veremiyordum. Sebebini
bulamayınca da, ‘ne malum bu oyunu tek başına planladığı’ ,diye düşünüp kendimi
iyice içinden çıkılmaz düşüncelere sokuyordum. Belki de Filiz’le beraber uzun
zamandır böyle oyunlar oynuyorlardı etraflarına... Tek yumurta ikizi olmanın
bütün ‘nimet’lerinden faydalanmaya çalışıyor bile olabilirlerdi kim bilir ?
Filiz’in,
Aysun’la birlikte hareket ettiğini düşünmek beni son derece rahatsız ediyordu
ama yine de Filiz’in olan bitenin bir parçası olduğu fikri vicdanen rahatlamama
sebep oluyordu. Gerçekleri biran evvel öğrenmem gerektiğine karar verdim. Aksi
takdirde bu gel-git’ler belli ki beni bir hayli yıpratacaktı.
Birden
trende gördüğüm rüya aklıma geldi. Sihirbazın şapkasındaki iki tavşanın manası
şimdi anlaşılıyordu. ‘Keşke hemen uyanmasaydım rüyadan, belki sihirbaz bana yol
gösterirdi’ diye düşündüm ama daha sonra rüyalardan medet ummaktansa kendi
araştırmamı kendim yaparım diyerek, evdekilere bir bahane uydurup, en yakın
internet kafe’ye daldım.
Tam
olarak ne öğrenebileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu esasında, ama en
azından ‘tek yumurta ikizleri’ hakkında biraz bilgi edinirim diye düşündüm.
İkizler hakkında da, bazı konularda olduğu gibi kulaktan dolma, yalan yanlış
birkaç bir şey bildiğimi, araştırmam sırasında daha net anladım. Bir konu
hakkında yarım yamalak bilgi sahibi olmak, o konu üzerinde hiçbir fikri
olmamaktan daha kötü gibi geldi.
Genel
olarak karşılaştığım yazılar birbirine benziyordu. Ya benim araştırırken
vaktimin darlığı, ya da gerçekten internetteki bilgi kaynaklarının sınırlı
olması buna sebepti bilemiyorum ama bulduklarım farklılık taşımıyordu. Akşam
haberlerinde bütün kanalların aynı cümleleri ve görüntüleri kullanarak yayın
yapması gibiydi. Ne de olsa iki üç haber kaynağından besleniyor hepsi.
İnternette de durum farklı değildi anlaşılan. Bir iki kaynak var ortada. Dolayısıyla
herkes kendi sayfasında ‘kopyala-yapıştır’ yöntemiyle aynı şeylerden, aynı
kelimeleri kullanarak bahsediyor. Arama motoru bir sürü netice bulmuş bile olsa
aslında yok birbirlerinden farkı.
Sonuç
olarak tek yumurta ikizleri hakkında biyolojik oluşum gerçekleri dışında benim
ilgimi çekebilecek çok fazla bilgi ya da haber bulamadım. Dikkatimi çeken
genelde bu özelliğe sahip insanların birbirlerinden pek ayrılmadıkları,
ayrılmak durumda kalırlarsa da belli bir zaman sonra tekrar yan yana gelebildikleri
oldu. Hayat ağacındaki baklavanın dilimleri gibi yani.
Çoğunlukla
kan gruplarının tuttuğu, fakat bununla beraber zaman zaman hâkim oldukları el,
kol ve bacak yönü konusunda aralarında paylaşıma gittiklerinden bahsediliyordu.
Yani ikizlerden birinin solak, diğerinin sağlak olma ihtimali fazla düşük
değilmiş. Ayrıca parmak izleri de çok benzese bile ufak farklılıklar
gösterirmiş. Dikkat çekici başka bir şeyse farklı çevre koşullarında büyüyen ya
da yaşayanların farklı karakterler sergileyebildikleriydi. Fakat böyle bir
durumda dahi aynı anda kalp krizi geçiren ikizler mevcuttu.
Anladığım
kadarıyla tesadüflerle, istatistikler birbirine karışmış, haklarındaki bilgiler
de şehir efsaneleriyle doluşmuştu.
Okuduklarımdan
hangilerini dikkate almam gerektiğini bilemedim.
Ama
asıl beni ilgilendiren, zaman içinde kaderlerinin kesişebilmesi oldu.
Doğumlarından itibaren paralel hayatlar sürmeleri, aynı okullara gitmelerine,
ya da beğeni kriterlerinin birbirine benzemesi aynı kız veya erkeklerden
hoşlanmalarına sebep olabilirdi belki ama aynı gün evlenenlere, aynı gün doğum
yapanlara pek mana verememiştim. Gerçi bilim dünyasının herhangi bir sonuca
varamadığı konuda benim bir saatlik araştırmayla karar vermemi beklemek pek
adil sayılmazdı.
Ancak
en garibi sanırım Amerika’da yaşanmış olan hikâyeydi. Aynı gün, birbirlerinden
habersiz bir şekilde! Aynı kadınla birlikte olan tek yumurta ikizleri, kadının
hamile kalmasıyla çocuğun babasının kim olduğu konusunda dava konusu olmuşlar.
Çocuğun DNA’sı her ikisininkiyle de % 99,9 benzerlik gösterince kimin baba,
kimin amca olduğu anlaşılamamış. Bu haberi okuduğumda neyse ki, Aysun ile
Filiz’in cinsiyetleri erkek değil diye düşündüm. Erkek olsalardı onlarda
aynısını başarabilirdi belki…
Pamukkale’de
kalabileceğim otellerin telefonlarını bir kâğıda yazdıktan sonra otelin yolunu
tuttum. Uzun uğraşlar ve sıkıntılı telefon görüşmeleri sonunda güç bela
pansiyon tarzı bir konaklama mekânında yer buldum. Filizlerin kaldıkları otele
çok yakın olmasa da elimdekiyle yetinmek durumundaydım. Başka seçeneğim kalmamıştı.
Aslında
şehirde olan tanıdıklarım sayesinde belki kalacak yer konusunda torpil
yaptırıp, otellerin birine sıkışabilirdim ama kimsenin Pamukkale’de kalacağımı
bilmesini istemiyordum. Akrabalarımın kulağına gitmesi son derece uygunsuz
kaçardı.
Pansiyonu
ayarlamıştım ama bayramın ilk günü sabah sabah Filizlerin karşısına dikilmek
istemedim. Ayrıca onlar benim akraba ziyaretinde olduğumu düşündüklerinden
açıklamalar yapmak zorunda kalabilirdim. Kendimle ilgili detayları vermektense
onlar hakkında bilgi almaktı asıl amacım. Belki o sayede yaşananlara bir anlam
verebilirdim.
Filizlerle
görüşmeyi öğleden sonraya erteleyince, bana kalan vakti mezar ziyareti yaparak
değerlendirmeyi daha doğru buldum. Bayram ziyareti benim için de bir mana ifade
edecekti böylece. Uzun zamandır göremediğim insanları unutmadığımı kendime
hatırlatmak için bulunmaz bir fırsattı.
Mezarlıkta
dolaşırken herkes için dualar ediyordum.
Büyük
kalabalık yan yana, hatta belki de zaman içerisinde üst üste dizilmişlerdi. ‘Her
şey ne kadar boş’ sözünün bu kadar gerçek olduğu başka bir yer daha yoktur
herhalde. Aklıma Nafiye teyze geldi. Onun çocukları da belki buralarda bir
yerlerde yatıyorlardı. Hatta o da gelecekti bir gün illa ki. Başka bir mezar
bile olsa birbirlerinden farkları yoktu. Bazısı denizi görüyor, bazısı dağ tepe
bayıra bakıyordu, ama netice hep aynı. İşte bu yüzden parayı hayatının hedefi
haline getiren insanları hiçbir zaman anlayamadım. Hüzünlenmekten çok, hakkını
teslim ederek yaşamak gerektiği düşüncesiyle pansiyonun yolunu tuttum. Yeteri
kadar vakit ‘öldürmüştüm’.
Ayrı
geçirdiğimiz bir ‘dolu’ günün ardından Filiz’le buluşmak için can atıyordum.
Telefon ettiğimde havuz başında olduklarını, sıcağın ve suyun keyfini
çıkardıklarını söyledi. Nazik bir şekilde beni de davet etti. Ben de aynı tarz
nezaketle karşılık vererek davetini kabul ettim. Hiçbir şeyden haberi olmadığı
belliydi. Kuruntularımdan arınmam gerektiğine karar verdim. Belli ki ben
susarsam Aysun da susacaktı.
Kaldıkları
otelin havuz başı gerçekten çok keyifliydi. Keşke İstanbul’da tanışmış olsaydık
da, bende onlar gibi önceden tatilimi planlayabilseydim. Üvey evlat gibi otele
giriş yaparken tedirginlik yaşamazdım böylece. Gerçi havuz bölümünü bedelini
ödemek koşuluyla dışarıdan gelen ‘misafir’ler de kullanabiliyordu ama
bahsettiğimiz bedel bayağı bir hatırı sayılırdı. Neredeyse benim pansiyona
ödediğim günlük ücrete karşılık geliyordu. Filiz’le geçirdiğimiz zamana her
kuruşu değerdi belki ama yine de için için kazıklandığımı hissediyordum.
Havuz
ortamını çok sevdim. Her şeyden önce Aysun’un dövmesi sayesinde Filiz’le
karışmaları mümkün değildi. Bikinileri hem farklı renkte, hem de Aysun’un
kasığı farklı desendeydi. Yanlış kişiye, yanlış laflar etmeme imkân vermediği
için benim için biçilmiş kaftandı.
Kime
doğru ilerlediğimden emin bir şekilde Filiz’e yaklaşıp,
“Küçük
bir araştırma yaptım ikizler hakkında”, dedim.
“Bana
sorsaydın cevaplardım”, dedi hafif alaycı bir tavırla. “Neyi merak ettin ?”
“Bilmem…
Ne gibi özellikleriniz olduğunu, farklılıklarınızı, bilmediklerimi işte… Senin
hakkında daha çok şey öğrenmek istedim herhalde.”
“Ne
öğrendin peki ?”
“Mesela
Aysun’un başı ağrıyınca senin de başın ağrıyor mu?, diye sormamam gerektiğini
öğrendim. En çok sorulan ve cevaplamaktan çok sıkıldığınız soru buymuş galiba.”
“Neyse
araştırman işe yaramış en azından.”, dedi yüzündeki hafif tebessüm eşliğinde.
“Evet
evet, fena değildi. Çok bilgi edinemesem de en azından neler yapmamam
gerektiğini öğrendim.”
“Göreceğiz
bakalım.”
Onu
kızdırmak en son isteyeceğim şeydi. Ortamı sıcak tutarak ondan elde etmek
istediğim bilgileri almaya çalışmak en doğrusuydu şüphesiz. Her yeni tanıştığı
insanla aynı sorular eşliğinde muhatap olmaktan çok sıkıldığı belliydi. Benim
farklı olmam şarttı. Aksi takdirde, beni de diğer insanlarla bir tutacağı
kesindi. Filiz’in sorularımdan hoşnut olmaması haricinde ilgimi çeken başka bir
şey daha vardı aslında. Kur yaptığımın farkında olmasına ve normal koşullarda
buna hiç şaşırmaması gerektiği halde, bana karşı ürkek ve çekingen davranıyordu…
Flört
ettiğin kızın, uzun uğraşlar sonucu onu öpmek istediğinde daha önceki
diyalogları inkâr edercesine tokat atması gibi, Filiz de beni her an
reddedecekmiş gibi duruyordu. Bu değişim, dün sabah gardaki halimizle hiç
bağdaşmıyordu belki ama Aysun’la yaşadıklarımızla da alakası olmadığı kesindi.
Herhalde Filiz de işler ciddiye bindiğinde olaylara korkarak yaklaşanlardandı.
“Anladığım
kadarıyla diğer tek yumurta ikizlerinden biraz farklısınız. Normalde çok dip
dibe hayatlar yaşamanız gerekmiyor mu ?”
“Ne
gibi mesela ?”
“Ne
bileyim. Belki aynı okullara gittiniz, belki aynı şehirde yaşıyorsunuz, belki
aynı anda tatil yapıyorsunuz ama o evli, sen bekârsın, onun dövmesi var senin
yok mesela.”
Ben
söylediklerim neticesinde gülümseyeceğini hatta kahkaha atacağını düşünürken
onu bir hüzün kapladı birdenbire. Halbuki asıl amacım onun bekâr olmasından yola
çıkarak konuyu ikimize getirmekti ama maalesef konuşma, istediğim noktanın çok
uzağındaydı. Sessiz kalması karşısında durumu toparlamak için,
“Yanlış
bir şey söylemedim umarım… Aynı anda evlenenler, aynı anda doğum yapanların
azımsanamayacak kadar çok olduğunu öğrenince sizin durumunuz farklı göründü birden
gözüme.”
“Önemli
değil. Uzun hikâye. Bir ara anlatırım belki.”
Hüzünlenmişti.
Beni de hüzünlendirmişti. Her zamanki gibi tahmin yürütme işi bana kalmıştı.
İlk aklıma gelen Aysun’un evliliğini kıskandığı oldu ama yaşadıklarıma
bakılırsa asıl kıskanılan kendisi gibi görünüyordu. Üstelik cevap bu kadar
basit olsa ‘sonra anlatırım belki’ demezdi herhalde.
Konuyu
nasıl değiştireceğimi düşünürken, Aysun’un dört beş yaşlarında bir çocukla neşe
içinde sohbet ettiğini gördüm. Daha az çaba sarf ederek amacıma kolayca
ulaşabileceğime dair bir fikir belirdi birden kafamda,
“Çocuklarla
arası iyi gibi görünüyor.”, diyerek gözümle Aysun’u işaret ettim Filiz’e.
“Öyledir.
Sever çocukları… Onlar da onu sever.”
“Kendi
çocukları yok galiba?”
“Yok.”
“Evlilikleri
taze daha herhalde?”
“Pek
sayılmaz aslında. Üç yıl oldu.”, dedi ve apar topar ‘zengin kalkışı’ diye
tanımladığımız şekilde eşyalarını büyük plaj çantasına tıkıştırıp ayaklandı.
“Akşam
yemeğine kadar dinleneceğim. Haberleşiriz.”,dedi mutsuz bir ses tonuyla.
Sorularımdan
rahatsızlık duyduğu belliydi. Kaldı ki ben de sürekli soru soruyordum. Onu
mutsuz eden konuların etrafında dolaşmam kamufle etmeye çalıştıklarının gün
yüzüne çıkmasına sebep oluyordu belli ki. Bu da onun, bambaşka bir dünyası daha
olduğunu görmemi sağlamıştı.
İkisinin
tren yolculuğu sırasında kafamda oluşan karakterleri yüz seksen derecelik
değişiklik gösteriyordu şu anda. Aysun’un, kardeşinin sevgilisine göz diken,
eşini aldatan, niyeti bozuk kişiliğinden çocuklara ‘melek’ gibi davranan
birine, buna karşılık neşe dolu, hayattan zevk alan Filiz’in ise sorularıma
cevap ararken suratsız ve mutsuz biri haline dönüşmesine tanık oluyordum.
Sabırsız davranışlarımın bir çuval inciri berbat edebileceğini hissettim.
Filiz’i
rahat bırakırsam bana açılabileceğini düşünmeye başladım. O herhangi bir şey
anlatmak isteyene kadar da soru sormamaya karar verdim.
Kocası
bir yerlere gider de Aysun’la yalnız kalırız endişesiyle fazla vakit
kaybetmeden ben de pansiyonun yolunu tuttum.
***
Akşam
yemeği vakti gelip çattı. Her bakımdan hazırdım. Pansiyonu terk etmeden önce
kendimi son bir kez daha aynanın karşısında kontrol ettim. Hiç huyum olmadığı
halde akşam vakti tıraş bile oldum. Ona değer verdiğimi belli etmek istiyordum.
Telefonda konuşurken sesi bir hayli keyifli gelmişti. Ayrı olduğumuz zaman
içinde belki onu mutlu edecek bir şeyler olmuş, belki de bana karşı haksızlık
ettiğini düşünmüştü. Fakat ne olursa olsun ilk hareket ondan gelmediği sürece
soruları ben sormayacaktım. Beraber akşam yemeği yemeyi teklif eden bir bayanı,
üstelik bir de Filiz kadar güzelse, mutsuz etmenin hiç anlamı yoktu. Kararlı ve
bir o kadar da maceraperest duygularla Filiz’le buluşmak üzere pansiyonu terk
ettim.
***
Filiz
harikulade olmuştu. Saçlarını ‘topuz’ yapmış, güzel ensesini davetkâr bir
biçimde ortaya çıkarmıştı. Boynundaki zarif gümüş kolye ise resmi tamamlar nitelikteydi.
‘Prenses görünümü’ ile bu gece herkesin aklını başından alabilir diye düşündüm.
Filiz de benim için süslenmişti belli ki.
Gerçi
kadınların duruma göre kimin için süslendikleri konusunda genelde tutarsız
davrandıklarını düşünürüm oldum olası.
Bütün
gün evde eşofmanlarıyla yanında oturan onlar değilmiş gibi, dışarı çıkarken
takıp takıştırıp, sonra da ‘senin için süslendim hayatım’, derler ya,
bitiyorum.
Kıskançlıktan
değil belki ama eğlenmeye giderken ‘prenses’e dönüşen kadının, bütün gün
boyunca yanımda her an temizlik yapacakmış gibi oturmuş olması ben de kandırılmışlık
hissi uyandırıyor ister istemez. Bazen de ‘kendim için süsleniyorum’, derler ki
onu da henüz keşfedemedim.
Filiz’in
daha sonraları duruma göre tartışma sebebi olabilecek kadar güzelleşmesi, o an
itibari ile bana verdiği değerin göstergesi olarak görünmüştü gözüme. Flört
etmenin güzelliği, ilk günlerin, ilk heyecanların tadında saklı olsa
gerek.
Yemeklerimizi
yerken, şarabımızı yudumlarken her şey Filiz’in güzelliğiyle doğru orantılı
olarak mükemmelleşiyordu. Yediğim et dünyanın en güzel eti, içtiğim şarap
dünyanın en kaliteli şarabı oluyordu benim için. Havuz başındaki suratsız Filiz
gitmiş, yerine ‘peri kızı’ gibi bir şey gelmişti. Birinci kadehten ve
yemeklerimizin son lokmalarından hemen sonra Filiz beklediğim konuşmayı yapmaya
başladı;
“Bugünkü
davranışlarımdan dolayı sana bir özür borçluyum sanırım.”
“Rica
ederim… Sadece çok anlam verebildiğimi söyleyemeyeceğim. Ama önemli değil, olur
öyle yanlış anlaşmalar bazen.”
“Aslında
benim için pek önemsiz değil. Seninle güzel vakit geçiriyoruz. Bundan çok
mutluyum ve bozulmasını da hiç istemiyorum. Arkadaşlığımız ilerleyebileceğini
hissediyorum. Bu nedenle de sana kendi hakkımda, bugün sorduğun sorulara ışık
tutabilecek bir şeyler söylemek istiyorum.”
Sustum.
Anlatmak üzere yola çıkmış insanların sözlerine müdahale etmek konuşmanın yarım
kalmasına sebep olur düşüncesiyle devam etmesini bekledim.
“Aslında
Aysun’la ben de çok farklı değiliz diğer tek yumurta ikizlerinden. Biz de bazı
şeyleri aynı anda yaşadık mesela…
Aysun’la
Hüseyin tanıştıktan kısa bir süre sonra ben de Murat’la tanıştım. Eniştemin
arkadaşıydı. Aysunlarla aynı gün, biz de Murat ile evlendik. Sanırım senin
anlatmaya çalıştığın kader birliğini bizde yaşadık. Ta ki evliliğimizin
sekizinci ayında bir motosiklet kazasında Murat’ı kaybedene dek. Aysun’la ben
aslında aynı şeyleri yaşamaya çalıştık belki ama kader beni tek başına
bırakınca ‘sihir’ bozuldu aniden. Şimdi ise ne yaparsak yapalım birleştiremeyiz
yırtılan sayfayı.”
“Ne diyeceğimi bilemiyorum… Başın sağ olsun.”
“Teşekkür
ederim. İki buçuk seneye yakın zaman geçti üzerinden belki ama unutulması
mümkün olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Hayatıma devam etmem gerektiğini
sürekli hatırlatmalarına rağmen pek işe yaramıyor. Üstelik o gün tartışmış
olmamızdan dolayı da inanılmaz bir vicdan azabı duyuyorum. Belki bana
sinirlenmeseydi yağmur yağarken motora binmezdi diye düşünmekten kendimi
alamıyorum…”
“Her
ne olursa olsun kendini suçlamamalısın bence. Bu her şeyi daha da zorlaştırır.”
“Hep
‘keşke çocuk yapmak konusunda onun çok acele ettiğini düşünmeseydim’ deyip
duruyorum kendime… En azından bende onu yaşatan bir parçası olurdu şimdi…
Sonuçta
‘belki’ lerle, ‘keşke’ lerle dolu bir hayatım oldu işte.”
“Çok
üzüldüm… Gerçekten ne denir böyle durumlarda bilmiyorum… Ben insanların
başlarına gelen kötü olayların, daha iyi şeylerin gerçekleşebilmesi için ön
koşullar olduklarına inanırım. Kendimi kandırıyorum belki ama biraz olsun
rahatlamama, en azından yoluma devam etmeme izin veriyor bu şekilde düşünmek.
Senin yaşadıklarına çare olmaz belki ama demek istediğim senin de kendini
kandıracak bir şeyler bulmaya çalışmanın gerekli olduğu.”
“Haklı
olabilirsin, ama mantık yaşananlar karşısında çaresiz kalıyor çoğu zaman.
Avunabilecek, kendimi adayabilecek bir şeyler olsaydı belki her şey daha kolay
olurdu benim için…”
“Bütün
vaktini alacak. Hayatının merkezine destursuzca yerleşecek, yeteri kadar
düşünmene bile fırsat vermeyecek bir çocuk yani…
Senin
ilacın olurmuş gibi görünüyor gerçekten, uzaktan bakınca…
Bari
Aysun’un çocuğu olsaydı. ‘Teyze anne yarısıdır’ derler. En azından yeğenini
beraber büyütürdünüz…
Sahi
onlar neden çocuk yapmıyor? Gördüğüm kadarıyla Aysun çocukları çok seviyor.”
“O
da ayrı bir konu tabii… Seninle bu konuları konuştuğumuzu bilmeseler daha iyi
olur bu arada… Aslında uğraşıyorlar çocuk yapmak için. Hatta Murat’ı
kaybettikten sonra onlar da ellerini çabuk tutmaları gerektiğini düşündüler.
Benim düştüğüm hataya düşmemeye karar verdiler ama olmadı. Ablam doktora gitti.
Sorunun kendisinde olmadığını öğrendi, fakat eniştemi kontrole götürmeyi
başaramadı. Malum, erkekliğinde herhangi bir kusur olmaması gerekiyor. Ataerkil
toplumun gerekleri işte… Toplumumuzun erkekler üzerinde kurduğu ‘korku
imparatorluğu’… Eskiden beri, ‘böyle gelmiş böyle gidiyor’…”
“Yazık
oluyor desene yüzyıllardır süregelen yanlış tabular yüzünden. Üstelik tıp çok
ilerledi bu konularda bildiğim kadarıyla. Hâlbuki inat etmeyip gitse bir
doktora, belki de çözümü çok kolaydır. Boşu boşuna hasret kalıyordur Aysun
çocuklara…”
“Neyse
kapatalım bu konuyu. Kendimi suçlu hissediyorum…”
“Nasıl
istersen.”
“Sana
başka bir sır daha vereyim mi ?”
“Ver
tabii.”, dedim büyük bir hevesle.
“Kızmak
yok ama.”
“Neden
kızayım ki, benimle sırrını paylaştın diye ?”
“Seni
de ilgilendiriyor da ondan.”
Çok
anlamsızdır bu diyaloglar ama hep vardır maalesef. Bilmediğin bir konuya
biliyormuşsun muamelesi yapıp, bir de üzerine sorular sorarlar ya bazen. Bunu
yaparken de, beni benden daha iyi tanıdığı hissine kapılır karşımdaki kişi.
Söyleyecekleri karşısında sinirleneceğimden emin bir tavırla ‘kızmak yok ama’
der bir de üstüne üstlük.
Sanki
‘anlatma o zaman’ desem, anlatmayacak…
Neyse
sırf merakımdan karşımdakinin istekleri doğrultusunda her defasında devam
ederim bu diyaloga…
“Allah
Allah..Tamam. Kızmak yok.”
“Trende
sana çakmağı getiren Aysun’du…”
Emin
olamamakla beraber tahmin ediyordum aslında onun Aysun olduğunu. Zira bir
şekilde kaldığım kompartımanı öğrenmiş olması gerekiyordu.
“Yaaaa…”,dedim
gayet yalandan, ama fark etmedi Filiz. “Neden peki ?”
Az
önce bilmediğimi zannettiğim bir konu üzerine fikir yürütmem gerekiyordu, şimdi
ise bildiklerim hakkında bilmiyormuş gibi yapmam. Ne garip!
“Senden
ayrıldıktan sonra kompartımana gittiğimde Aysun beni bekliyordu. Merak etmiş
geç kaldığım için doğal olarak. Ben de önce beraber yediğimiz yemekten, sonra
da senden bahsettim biraz…
Artık
nasıl bahsettiysem, kendi gözleriyle görmek istedi seni. Çakmağı bahane edip
gönderdim ben de onu sana.”
“Demek
öyle. Kandırdınız yani beni. Senin yerine Aysun’la konuştum şimdi ben öyle mi?”
“Evet
öyle.”
“Geri
döndüğünde ne dedi peki benim hakkımda?”
“…Yakışıklıymış,dedi.”
“Genelde
aynı mıdır düşünceleriniz peki?”
“Her
konuda değil belki ama… Bu konuda aynı…”, dedi utangaç bir tavırla.
Beraber
geçirdiğimiz zamanların tadı her geçen dakika daha da güzelleşiyordu. Sabrımın
beni ödüllendireceği düşüncesiyle, benimle sırlarını paylaşmaktan çekinmeyen bu
‘peri kızı’nı, gecenin sonunda dudaklarında bir tebessüm bırakacak şekilde
odasına bırakıp, kaldığım pansiyonun yolunu tuttum. Filiz’in anlattıkları ile
benim başıma gelenleri birbirine bağlamak için duyduklarımı süzgeçten geçirmem
gerekliydi. Bunu gerçekleştirmek için de ihtiyacım olan, hiçbir şey düşünmeden
balıklama dalacağım deliksiz bir uykuydu.
***
Ertesi
günü yine havuz başında gayet keyifle geçirdik hep beraber.
Akşamında
ise yemeğe çıktık yine aynı ekip!
Aysun,
Hüseyin, ben ve Filiz.
Aysun’la
benim küçük! sırrımız, Filiz’in bana verdiği diğer sırlarla beraber
paketlenmiş, masamızın ortasında öylece duruyordu. Allah’tan kimsenin paketleri
açmak gibi bir niyeti yoktu. En azından şimdilik!
Filiz’in
eski kocası Murat hakkında öğrendiklerimin, Aysun’un yaptıklarına gerekçe
bulmam konusunda hiç yardımı olmamıştı. Aksine kafam daha da karışmıştı. Yemeğin
tadını çıkartmaya çalışırken ara ara aklıma bazı senaryolar geliyordu, ama
hiçbirini tamamlayamadığım için düşünmekten kolayca vazgeçiyordum.
Bir
ara Filiz ile Hüseyin anlamsız bir şekilde tartışmaya tutuştular.
Filiz,
ekolojik dengenin insanlar tarafından bozulması hususundaki hassasiyetini her
zamanki ateşli ve hakkaniyetli tavrıyla gösteriyor, eniştesi de resmen onu
çıldırtmaya uğraşıyordu.
Ben
biraz bunaldığım için sigaramı yemek yediğimiz restoranın önündeki güzel
bahçede içmek istedim. Bahçenin içinde, İstanbul’da kolay kolay göremeyeceğimiz
kuğuların, arada bir aralarında kavga ederek dolaştıkları çok keyifli bir havuz
vardı.
Bu
esnada, ‘Sürüden ayrılanı kurt kapar’ atasözünü unutmuş olmalıyım.
Bir
iki nefes sonra Aysun yanı başımda bitti. O da sigara içme bahanesiyle masayı
terk etmiş ve sonunda benimle yalnız kalmayı başarmıştı.
“Ötmemişsin
Filiz’e… Aferin.”,dedi.
“Ne
dememi bekliyordun ki?”
“Ben
de onu diyorum işte. Akıllıymışsın. Durup dururken ortalığı karıştırmaya ne
gerek var? Zaten iki kardeşle birlikte olmak varken neden birini seçesin, öyle değil
mi ?”
“Ne
diyorsun sen be!”
“Kızma
canım hemen… Tamam, anladık Filiz’e hissettiklerin yüzünden susuyorsun ama… Benim
seninle işim daha bitmedi.”
“O
da ne demek şimdi?”
“Aslına
bakarsan yolculuktan sonra seni bir daha göreceğimi hiç düşünmemiştim. O yüzden
de tam aradığım adam olduğunu düşünmüştüm.”
“Ne
adamı? Ne saçmalıyorsun? Seninle işim olmaz benim.”
“Anlamamış
gibi davranma. Filiz anlatmıştır kesin sana. Ağzında bakla ıslanmaz bizimkinin,
bilmez miyim hiç? Her önüne gelene anlatır.”
“Neyi
anlatacak? Gerçekten bir şey anlamadım.”
“Neyi
olacak… Hüseyin’le çocuğumuzun olmadığını.”
Ne
diyeceğimi şaşırmıştım. Sır paketlerinden biri açılmıştı işte çok geçmeden.
Filiz’in anlattıklarını açık etmeden bu durumdan nasıl sıyrılacağım konusunda
ise hiçbir fikrim yoktu. Üstünde durmadan geçiştirebilir miyim acaba diye
düşünürken asıl farkına varmam gereken şeyi gözden kaçırıyordum.
Tıpkı
ağaçlara bakarken ormanı algılayamamak gibi…
“İyi
de bana ne bundan ?”
“Sana
ne olur mu hiç? Neden seninle birlikte oldum sanıyorsun şapşal? Damızlığımsın
sen benim…!”
Aysun’un
benim üzerindeki niyetini anlamıştım sonunda. Çok istediği çocuğuna ulaşmak
için kullandığı bir araçtım sadece. Aslında bu durumdan kısmen memnun bile
olmuştum. En azından duygusal olarak herhangi bir tehlikesi yoktu yaşananların.
Yine
de bunca adam varken yeryüzünde, neden Filiz’in müstakbel sevgilisini seçmişti acaba
kendisine?
Bu
arada Hüseyin sonunda! Filiz’i kaçırmayı başarmış, O da soluğu yanımızda
almıştı. Böylece Aysun’la yaptığımız manidar sohbetimiz de istemsizce
noktalanmıştı.