Bayram Bölüm 2


Kimseye gece yaşananları belli etmemeye çalışacağım derken, tam tersi tedirginlik ve telaş içerisinde davranmaya başlamıştım. Filiz hiçbir şeyden şüphelenmemiş olsa bile, ben her sözünde, kullandığı her kelimede manalar arıyordum. Sanki Aysun’la yaşadıklarımız yüzümüzden okunuyordu.

Düşününce benim hiç kabahatim yoktu aslında ama yinede inanılmaz bir vicdan azabı duyuyordum. Oysa yaşananlar esnasında ne kadar da mutluydum. O sırada tattığım duyguların da, şu an yaşadığım karmaşık mutsuzluğun kaynağı da tamamen Aysun’du.

‘ Her şeyi bütün açıklığı ile anlat ve kurtul ! ’,dedim kendi kendime. Fakat olanlar üzerine biraz düşününce kimsenin mutsuz olmadığını fark ettim. Oysa dün gece yaşananlar açığa çıkarsa tahminen dördümüz birden çok berbat durumlara düşecektik. Hayal kırıklıkları da cabası. Aysun’un hepimize oynamış olduğu bu oyuna bir kere dâhil olduktan sonra affını istemek bana pek de akıl kârı gibi gelmemişti.

Neyse ki yolculuk bitiminde bahaneye gerek duymadan tekrar görüşmek üzere rahatlıkla ayrılabildik. Malum benim akrabalarıma yapmam gereken bir bayram ziyareti, onlarınsa Pamukkale’de yapmayı planladıkları bir tatil vardı.

Benim bulunduğum yer ile Pamukkale’de kalacakları otel arası yirmi kilometre, yani yaklaşık on beş dakikalık mesafede idi. Her ne kadar Filiz’den ayrı kalmayı hiç istemesem de, bir günlük molanın kafamı toparlamam da çok faydası olacağını düşünüyordum. Her türlü telefon bilgilerini aldıktan sonra herkesle vedalaşıp otelin yolunu tuttum.

İlerleyen günlerde Pamukkale’de, Filiz’in yakınında bir otele yerleşirim düşüncesiyle akrabalarımın evinde kalmamaya karar verdim. Bir kere evlerine yerleşirsem bayramın ikinci - üçüncü günü onları terk etmek çok zor olurdu benim için. Bir sürü sorgu sualden de geçmeye hiç niyetim yoktu ayrıca. En iyisi, başta peşin peşin bir otele yerleşip, akrabalarıma da ‘arkadaş grubuyla geldik, Pamukkale’de konaklıyoruz’ demek olacaktı bu durumda.

Kendime göre bir şehir içi oteli bulup yerleştim. Denizli konaklamak için çok uygun bir şehirdir. Pamukkale gibi, merkeze yakın, turistik beldelere sahip yerlerdeki şehir içi otellerinde genelde yer bulmak kolay olur. Benim için asıl zor olacak safha belli ki, Pamukkale’deki otellerde yer aramak olacaktı.

Geleceğimi daha önceden haber verdiğim için telefonum şehre geldiğimden beri sürekli çalıyordu. Baktım kaçış yok, nasıl olsa bir bahane bulup evden çıkarım düşüncesiyle akrabalarıma gidip arife gününden hepsiyle bayramlaştım. Oldum olası toplumun ‘klişe’lerine ters açıdan bakmayı yeğlemişimdir. Benim için önemli olan hep ‘niyet’ olmuştur. Dolayısıyla arife günü bayramlaşmayı, bayramın birinci gününü beklemekten daha etkili bulurum. Bir çeşit protesto herhalde.

Lakin bu yaşam tarzı beni ayakta tutan şey oluyordu çoğu zaman. Kimsenin görmediklerini görebiliyordum bu sayede. Hayata, olaylara farklı noktalardan bakmasını seviyorum. Nitekim son yaşadıklarım karşısındaki tepkilerimde çok etkisi vardı bu bakış açısının. Uzun bir zamandır duyduğum, yaşadığım hiçbir şey beni yeterince şaşırtamıyordu. İngilizlerin, ‘Güneş altında hiçbir şey imkânsız değildir’ sözü, benim yaşama bakışımı anlatıyordu bir nevi. Hayatta olan biten her şeyin bir sebeple oluştuğuna inanır, eylemde bulunanların da kendilerine göre gerekçeleri olabileceğini düşünürüm çoğu zaman.

Yine de ne düşünürsem düşüneyim Aysun’un yaptıklarına kendimce yeterli bir sebep bulamıyordum. Gerçi ikisini de hiç tanımıyordum ama bir insan kardeşine, hem de ikizine neden böyle bir şey yapar bir türlü anlam veremiyordum. Sebebini bulamayınca da, ‘ne malum bu oyunu tek başına planladığı’ ,diye düşünüp kendimi iyice içinden çıkılmaz düşüncelere sokuyordum. Belki de Filiz’le beraber uzun zamandır böyle oyunlar oynuyorlardı etraflarına... Tek yumurta ikizi olmanın bütün ‘nimet’lerinden faydalanmaya çalışıyor bile olabilirlerdi kim bilir ?

Filiz’in, Aysun’la birlikte hareket ettiğini düşünmek beni son derece rahatsız ediyordu ama yine de Filiz’in olan bitenin bir parçası olduğu fikri vicdanen rahatlamama sebep oluyordu. Gerçekleri biran evvel öğrenmem gerektiğine karar verdim. Aksi takdirde bu gel-git’ler belli ki beni bir hayli yıpratacaktı.

Birden trende gördüğüm rüya aklıma geldi. Sihirbazın şapkasındaki iki tavşanın manası şimdi anlaşılıyordu. ‘Keşke hemen uyanmasaydım rüyadan, belki sihirbaz bana yol gösterirdi’ diye düşündüm ama daha sonra rüyalardan medet ummaktansa kendi araştırmamı kendim yaparım diyerek, evdekilere bir bahane uydurup, en yakın internet kafe’ye daldım.

Tam olarak ne öğrenebileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu esasında, ama en azından ‘tek yumurta ikizleri’ hakkında biraz bilgi edinirim diye düşündüm. İkizler hakkında da, bazı konularda olduğu gibi kulaktan dolma, yalan yanlış birkaç bir şey bildiğimi, araştırmam sırasında daha net anladım. Bir konu hakkında yarım yamalak bilgi sahibi olmak, o konu üzerinde hiçbir fikri olmamaktan daha kötü gibi geldi.

Genel olarak karşılaştığım yazılar birbirine benziyordu. Ya benim araştırırken vaktimin darlığı, ya da gerçekten internetteki bilgi kaynaklarının sınırlı olması buna sebepti bilemiyorum ama bulduklarım farklılık taşımıyordu. Akşam haberlerinde bütün kanalların aynı cümleleri ve görüntüleri kullanarak yayın yapması gibiydi. Ne de olsa iki üç haber kaynağından besleniyor hepsi. İnternette de durum farklı değildi anlaşılan. Bir iki kaynak var ortada. Dolayısıyla herkes kendi sayfasında ‘kopyala-yapıştır’ yöntemiyle aynı şeylerden, aynı kelimeleri kullanarak bahsediyor. Arama motoru bir sürü netice bulmuş bile olsa aslında yok birbirlerinden farkı.

Sonuç olarak tek yumurta ikizleri hakkında biyolojik oluşum gerçekleri dışında benim ilgimi çekebilecek çok fazla bilgi ya da haber bulamadım. Dikkatimi çeken genelde bu özelliğe sahip insanların birbirlerinden pek ayrılmadıkları, ayrılmak durumda kalırlarsa da belli bir zaman sonra tekrar yan yana gelebildikleri oldu. Hayat ağacındaki baklavanın dilimleri gibi yani.

Çoğunlukla kan gruplarının tuttuğu, fakat bununla beraber zaman zaman hâkim oldukları el, kol ve bacak yönü konusunda aralarında paylaşıma gittiklerinden bahsediliyordu. Yani ikizlerden birinin solak, diğerinin sağlak olma ihtimali fazla düşük değilmiş. Ayrıca parmak izleri de çok benzese bile ufak farklılıklar gösterirmiş. Dikkat çekici başka bir şeyse farklı çevre koşullarında büyüyen ya da yaşayanların farklı karakterler sergileyebildikleriydi. Fakat böyle bir durumda dahi aynı anda kalp krizi geçiren ikizler mevcuttu.

Anladığım kadarıyla tesadüflerle, istatistikler birbirine karışmış, haklarındaki bilgiler de şehir efsaneleriyle doluşmuştu.
Okuduklarımdan hangilerini dikkate almam gerektiğini bilemedim.

Ama asıl beni ilgilendiren, zaman içinde kaderlerinin kesişebilmesi oldu. Doğumlarından itibaren paralel hayatlar sürmeleri, aynı okullara gitmelerine, ya da beğeni kriterlerinin birbirine benzemesi aynı kız veya erkeklerden hoşlanmalarına sebep olabilirdi belki ama aynı gün evlenenlere, aynı gün doğum yapanlara pek mana verememiştim. Gerçi bilim dünyasının herhangi bir sonuca varamadığı konuda benim bir saatlik araştırmayla karar vermemi beklemek pek adil sayılmazdı.
Ancak en garibi sanırım Amerika’da yaşanmış olan hikâyeydi. Aynı gün, birbirlerinden habersiz bir şekilde! Aynı kadınla birlikte olan tek yumurta ikizleri, kadının hamile kalmasıyla çocuğun babasının kim olduğu konusunda dava konusu olmuşlar. Çocuğun DNA’sı her ikisininkiyle de % 99,9 benzerlik gösterince kimin baba, kimin amca olduğu anlaşılamamış. Bu haberi okuduğumda neyse ki, Aysun ile Filiz’in cinsiyetleri erkek değil diye düşündüm. Erkek olsalardı onlarda aynısını başarabilirdi belki…

Pamukkale’de kalabileceğim otellerin telefonlarını bir kâğıda yazdıktan sonra otelin yolunu tuttum. Uzun uğraşlar ve sıkıntılı telefon görüşmeleri sonunda güç bela pansiyon tarzı bir konaklama mekânında yer buldum. Filizlerin kaldıkları otele çok yakın olmasa da elimdekiyle yetinmek durumundaydım. Başka seçeneğim kalmamıştı.
Aslında şehirde olan tanıdıklarım sayesinde belki kalacak yer konusunda torpil yaptırıp, otellerin birine sıkışabilirdim ama kimsenin Pamukkale’de kalacağımı bilmesini istemiyordum. Akrabalarımın kulağına gitmesi son derece uygunsuz kaçardı.

Pansiyonu ayarlamıştım ama bayramın ilk günü sabah sabah Filizlerin karşısına dikilmek istemedim. Ayrıca onlar benim akraba ziyaretinde olduğumu düşündüklerinden açıklamalar yapmak zorunda kalabilirdim. Kendimle ilgili detayları vermektense onlar hakkında bilgi almaktı asıl amacım. Belki o sayede yaşananlara bir anlam verebilirdim.

Filizlerle görüşmeyi öğleden sonraya erteleyince, bana kalan vakti mezar ziyareti yaparak değerlendirmeyi daha doğru buldum. Bayram ziyareti benim için de bir mana ifade edecekti böylece. Uzun zamandır göremediğim insanları unutmadığımı kendime hatırlatmak için bulunmaz bir fırsattı.

Mezarlıkta dolaşırken herkes için dualar ediyordum.
Büyük kalabalık yan yana, hatta belki de zaman içerisinde üst üste dizilmişlerdi. ‘Her şey ne kadar boş’ sözünün bu kadar gerçek olduğu başka bir yer daha yoktur herhalde. Aklıma Nafiye teyze geldi. Onun çocukları da belki buralarda bir yerlerde yatıyorlardı. Hatta o da gelecekti bir gün illa ki. Başka bir mezar bile olsa birbirlerinden farkları yoktu. Bazısı denizi görüyor, bazısı dağ tepe bayıra bakıyordu, ama netice hep aynı. İşte bu yüzden parayı hayatının hedefi haline getiren insanları hiçbir zaman anlayamadım. Hüzünlenmekten çok, hakkını teslim ederek yaşamak gerektiği düşüncesiyle pansiyonun yolunu tuttum. Yeteri kadar vakit ‘öldürmüştüm’.

Ayrı geçirdiğimiz bir ‘dolu’ günün ardından Filiz’le buluşmak için can atıyordum. Telefon ettiğimde havuz başında olduklarını, sıcağın ve suyun keyfini çıkardıklarını söyledi. Nazik bir şekilde beni de davet etti. Ben de aynı tarz nezaketle karşılık vererek davetini kabul ettim. Hiçbir şeyden haberi olmadığı belliydi. Kuruntularımdan arınmam gerektiğine karar verdim. Belli ki ben susarsam Aysun da susacaktı.

Kaldıkları otelin havuz başı gerçekten çok keyifliydi. Keşke İstanbul’da tanışmış olsaydık da, bende onlar gibi önceden tatilimi planlayabilseydim. Üvey evlat gibi otele giriş yaparken tedirginlik yaşamazdım böylece. Gerçi havuz bölümünü bedelini ödemek koşuluyla dışarıdan gelen ‘misafir’ler de kullanabiliyordu ama bahsettiğimiz bedel bayağı bir hatırı sayılırdı. Neredeyse benim pansiyona ödediğim günlük ücrete karşılık geliyordu. Filiz’le geçirdiğimiz zamana her kuruşu değerdi belki ama yine de için için kazıklandığımı hissediyordum.

Havuz ortamını çok sevdim. Her şeyden önce Aysun’un dövmesi sayesinde Filiz’le karışmaları mümkün değildi. Bikinileri hem farklı renkte, hem de Aysun’un kasığı farklı desendeydi. Yanlış kişiye, yanlış laflar etmeme imkân vermediği için benim için biçilmiş kaftandı.

Kime doğru ilerlediğimden emin bir şekilde Filiz’e yaklaşıp,

“Küçük bir araştırma yaptım ikizler hakkında”, dedim.
“Bana sorsaydın cevaplardım”, dedi hafif alaycı bir tavırla. “Neyi merak ettin ?”
“Bilmem… Ne gibi özellikleriniz olduğunu, farklılıklarınızı, bilmediklerimi işte… Senin hakkında daha çok şey öğrenmek istedim herhalde.”
“Ne öğrendin peki ?”
“Mesela Aysun’un başı ağrıyınca senin de başın ağrıyor mu?, diye sormamam gerektiğini öğrendim. En çok sorulan ve cevaplamaktan çok sıkıldığınız soru buymuş galiba.”
“Neyse araştırman işe yaramış en azından.”, dedi yüzündeki hafif tebessüm eşliğinde.
“Evet evet, fena değildi. Çok bilgi edinemesem de en azından neler yapmamam gerektiğini öğrendim.”
“Göreceğiz bakalım.”

Onu kızdırmak en son isteyeceğim şeydi. Ortamı sıcak tutarak ondan elde etmek istediğim bilgileri almaya çalışmak en doğrusuydu şüphesiz. Her yeni tanıştığı insanla aynı sorular eşliğinde muhatap olmaktan çok sıkıldığı belliydi. Benim farklı olmam şarttı. Aksi takdirde, beni de diğer insanlarla bir tutacağı kesindi. Filiz’in sorularımdan hoşnut olmaması haricinde ilgimi çeken başka bir şey daha vardı aslında. Kur yaptığımın farkında olmasına ve normal koşullarda buna hiç şaşırmaması gerektiği halde, bana karşı ürkek ve çekingen davranıyordu…
Flört ettiğin kızın, uzun uğraşlar sonucu onu öpmek istediğinde daha önceki diyalogları inkâr edercesine tokat atması gibi, Filiz de beni her an reddedecekmiş gibi duruyordu. Bu değişim, dün sabah gardaki halimizle hiç bağdaşmıyordu belki ama Aysun’la yaşadıklarımızla da alakası olmadığı kesindi. Herhalde Filiz de işler ciddiye bindiğinde olaylara korkarak yaklaşanlardandı.
“Anladığım kadarıyla diğer tek yumurta ikizlerinden biraz farklısınız. Normalde çok dip dibe hayatlar yaşamanız gerekmiyor mu ?”
“Ne gibi mesela ?”
“Ne bileyim. Belki aynı okullara gittiniz, belki aynı şehirde yaşıyorsunuz, belki aynı anda tatil yapıyorsunuz ama o evli, sen bekârsın, onun dövmesi var senin yok mesela.”

Ben söylediklerim neticesinde gülümseyeceğini hatta kahkaha atacağını düşünürken onu bir hüzün kapladı birdenbire. Halbuki asıl amacım onun bekâr olmasından yola çıkarak konuyu ikimize getirmekti ama maalesef konuşma, istediğim noktanın çok uzağındaydı. Sessiz kalması karşısında durumu toparlamak için,

“Yanlış bir şey söylemedim umarım… Aynı anda evlenenler, aynı anda doğum yapanların azımsanamayacak kadar çok olduğunu öğrenince sizin durumunuz farklı göründü birden gözüme.”
“Önemli değil. Uzun hikâye. Bir ara anlatırım belki.”

Hüzünlenmişti. Beni de hüzünlendirmişti. Her zamanki gibi tahmin yürütme işi bana kalmıştı. İlk aklıma gelen Aysun’un evliliğini kıskandığı oldu ama yaşadıklarıma bakılırsa asıl kıskanılan kendisi gibi görünüyordu. Üstelik cevap bu kadar basit olsa ‘sonra anlatırım belki’ demezdi herhalde.

Konuyu nasıl değiştireceğimi düşünürken, Aysun’un dört beş yaşlarında bir çocukla neşe içinde sohbet ettiğini gördüm. Daha az çaba sarf ederek amacıma kolayca ulaşabileceğime dair bir fikir belirdi birden kafamda,
“Çocuklarla arası iyi gibi görünüyor.”, diyerek gözümle Aysun’u işaret ettim Filiz’e.
“Öyledir. Sever çocukları… Onlar da onu sever.”
“Kendi çocukları yok galiba?”
“Yok.”
“Evlilikleri taze daha herhalde?”
“Pek sayılmaz aslında. Üç yıl oldu.”, dedi ve apar topar ‘zengin kalkışı’ diye tanımladığımız şekilde eşyalarını büyük plaj çantasına tıkıştırıp ayaklandı.
“Akşam yemeğine kadar dinleneceğim. Haberleşiriz.”,dedi mutsuz bir ses tonuyla.

Sorularımdan rahatsızlık duyduğu belliydi. Kaldı ki ben de sürekli soru soruyordum. Onu mutsuz eden konuların etrafında dolaşmam kamufle etmeye çalıştıklarının gün yüzüne çıkmasına sebep oluyordu belli ki. Bu da onun, bambaşka bir dünyası daha olduğunu görmemi sağlamıştı.

İkisinin tren yolculuğu sırasında kafamda oluşan karakterleri yüz seksen derecelik değişiklik gösteriyordu şu anda. Aysun’un, kardeşinin sevgilisine göz diken, eşini aldatan, niyeti bozuk kişiliğinden çocuklara ‘melek’ gibi davranan birine, buna karşılık neşe dolu, hayattan zevk alan Filiz’in ise sorularıma cevap ararken suratsız ve mutsuz biri haline dönüşmesine tanık oluyordum. Sabırsız davranışlarımın bir çuval inciri berbat edebileceğini hissettim.

Filiz’i rahat bırakırsam bana açılabileceğini düşünmeye başladım. O herhangi bir şey anlatmak isteyene kadar da soru sormamaya karar verdim.

Kocası bir yerlere gider de Aysun’la yalnız kalırız endişesiyle fazla vakit kaybetmeden ben de pansiyonun yolunu tuttum.

                                      ***

Akşam yemeği vakti gelip çattı. Her bakımdan hazırdım. Pansiyonu terk etmeden önce kendimi son bir kez daha aynanın karşısında kontrol ettim. Hiç huyum olmadığı halde akşam vakti tıraş bile oldum. Ona değer verdiğimi belli etmek istiyordum. Telefonda konuşurken sesi bir hayli keyifli gelmişti. Ayrı olduğumuz zaman içinde belki onu mutlu edecek bir şeyler olmuş, belki de bana karşı haksızlık ettiğini düşünmüştü. Fakat ne olursa olsun ilk hareket ondan gelmediği sürece soruları ben sormayacaktım. Beraber akşam yemeği yemeyi teklif eden bir bayanı, üstelik bir de Filiz kadar güzelse, mutsuz etmenin hiç anlamı yoktu. Kararlı ve bir o kadar da maceraperest duygularla Filiz’le buluşmak üzere pansiyonu terk ettim.

                                      ***

Filiz harikulade olmuştu. Saçlarını ‘topuz’ yapmış, güzel ensesini davetkâr bir biçimde ortaya çıkarmıştı. Boynundaki zarif gümüş kolye ise resmi tamamlar nitelikteydi. ‘Prenses görünümü’ ile bu gece herkesin aklını başından alabilir diye düşündüm. Filiz de benim için süslenmişti belli ki.

Gerçi kadınların duruma göre kimin için süslendikleri konusunda genelde tutarsız davrandıklarını düşünürüm oldum olası.
Bütün gün evde eşofmanlarıyla yanında oturan onlar değilmiş gibi, dışarı çıkarken takıp takıştırıp, sonra da ‘senin için süslendim hayatım’, derler ya, bitiyorum.

Kıskançlıktan değil belki ama eğlenmeye giderken ‘prenses’e dönüşen kadının, bütün gün boyunca yanımda her an temizlik yapacakmış gibi oturmuş olması ben de kandırılmışlık hissi uyandırıyor ister istemez. Bazen de ‘kendim için süsleniyorum’, derler ki onu da henüz  keşfedemedim.

Filiz’in daha sonraları duruma göre tartışma sebebi olabilecek kadar güzelleşmesi, o an itibari ile bana verdiği değerin göstergesi olarak görünmüştü gözüme. Flört etmenin güzelliği, ilk günlerin, ilk heyecanların tadında saklı olsa gerek. 

Yemeklerimizi yerken, şarabımızı yudumlarken her şey Filiz’in güzelliğiyle doğru orantılı olarak mükemmelleşiyordu. Yediğim et dünyanın en güzel eti, içtiğim şarap dünyanın en kaliteli şarabı oluyordu benim için. Havuz başındaki suratsız Filiz gitmiş, yerine ‘peri kızı’ gibi bir şey gelmişti. Birinci kadehten ve yemeklerimizin son lokmalarından hemen sonra Filiz beklediğim konuşmayı yapmaya başladı;

“Bugünkü davranışlarımdan dolayı sana bir özür borçluyum sanırım.”
“Rica ederim… Sadece çok anlam verebildiğimi söyleyemeyeceğim. Ama önemli değil, olur öyle yanlış anlaşmalar bazen.”
“Aslında benim için pek önemsiz değil. Seninle güzel vakit geçiriyoruz. Bundan çok mutluyum ve bozulmasını da hiç istemiyorum. Arkadaşlığımız ilerleyebileceğini hissediyorum. Bu nedenle de sana kendi hakkımda, bugün sorduğun sorulara ışık tutabilecek bir şeyler söylemek istiyorum.”

Sustum. Anlatmak üzere yola çıkmış insanların sözlerine müdahale etmek konuşmanın yarım kalmasına sebep olur düşüncesiyle devam etmesini bekledim.

“Aslında Aysun’la ben de çok farklı değiliz diğer tek yumurta ikizlerinden. Biz de bazı şeyleri aynı anda yaşadık mesela…
Aysun’la Hüseyin tanıştıktan kısa bir süre sonra ben de Murat’la tanıştım. Eniştemin arkadaşıydı. Aysunlarla aynı gün, biz de Murat ile evlendik. Sanırım senin anlatmaya çalıştığın kader birliğini bizde yaşadık. Ta ki evliliğimizin sekizinci ayında bir motosiklet kazasında Murat’ı kaybedene dek. Aysun’la ben aslında aynı şeyleri yaşamaya çalıştık belki ama kader beni tek başına bırakınca ‘sihir’ bozuldu aniden. Şimdi ise ne yaparsak yapalım birleştiremeyiz yırtılan sayfayı.”

 “Ne diyeceğimi bilemiyorum… Başın sağ olsun.”

“Teşekkür ederim. İki buçuk seneye yakın zaman geçti üzerinden belki ama unutulması mümkün olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Hayatıma devam etmem gerektiğini sürekli hatırlatmalarına rağmen pek işe yaramıyor. Üstelik o gün tartışmış olmamızdan dolayı da inanılmaz bir vicdan azabı duyuyorum. Belki bana sinirlenmeseydi yağmur yağarken motora binmezdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum…”

“Her ne olursa olsun kendini suçlamamalısın bence. Bu her şeyi daha da zorlaştırır.”

“Hep ‘keşke çocuk yapmak konusunda onun çok acele ettiğini düşünmeseydim’ deyip duruyorum kendime… En azından bende onu yaşatan bir parçası olurdu şimdi…
Sonuçta ‘belki’ lerle, ‘keşke’ lerle dolu bir hayatım oldu işte.”

“Çok üzüldüm… Gerçekten ne denir böyle durumlarda bilmiyorum… Ben insanların başlarına gelen kötü olayların, daha iyi şeylerin gerçekleşebilmesi için ön koşullar olduklarına inanırım. Kendimi kandırıyorum belki ama biraz olsun rahatlamama, en azından yoluma devam etmeme izin veriyor bu şekilde düşünmek. Senin yaşadıklarına çare olmaz belki ama demek istediğim senin de kendini kandıracak bir şeyler bulmaya çalışmanın gerekli olduğu.”

“Haklı olabilirsin, ama mantık yaşananlar karşısında çaresiz kalıyor çoğu zaman. Avunabilecek, kendimi adayabilecek bir şeyler olsaydı belki her şey daha kolay olurdu benim için…”

“Bütün vaktini alacak. Hayatının merkezine destursuzca yerleşecek, yeteri kadar düşünmene bile fırsat vermeyecek bir çocuk yani…
Senin ilacın olurmuş gibi görünüyor gerçekten, uzaktan bakınca…
Bari Aysun’un çocuğu olsaydı. ‘Teyze anne yarısıdır’ derler. En azından yeğenini beraber büyütürdünüz…
Sahi onlar neden çocuk yapmıyor? Gördüğüm kadarıyla Aysun çocukları çok seviyor.”

“O da ayrı bir konu tabii… Seninle bu konuları konuştuğumuzu bilmeseler daha iyi olur bu arada… Aslında uğraşıyorlar çocuk yapmak için. Hatta Murat’ı kaybettikten sonra onlar da ellerini çabuk tutmaları gerektiğini düşündüler. Benim düştüğüm hataya düşmemeye karar verdiler ama olmadı. Ablam doktora gitti. Sorunun kendisinde olmadığını öğrendi, fakat eniştemi kontrole götürmeyi başaramadı. Malum, erkekliğinde herhangi bir kusur olmaması gerekiyor. Ataerkil toplumun gerekleri işte… Toplumumuzun erkekler üzerinde kurduğu ‘korku imparatorluğu’… Eskiden beri, ‘böyle gelmiş böyle gidiyor’…”

“Yazık oluyor desene yüzyıllardır süregelen yanlış tabular yüzünden. Üstelik tıp çok ilerledi bu konularda bildiğim kadarıyla. Hâlbuki inat etmeyip gitse bir doktora, belki de çözümü çok kolaydır. Boşu boşuna hasret kalıyordur Aysun çocuklara…”

“Neyse kapatalım bu konuyu. Kendimi suçlu hissediyorum…”
“Nasıl istersen.”

“Sana başka bir sır daha vereyim mi ?”
“Ver tabii.”, dedim büyük bir hevesle.
“Kızmak yok ama.”
“Neden kızayım ki, benimle sırrını paylaştın diye ?”
“Seni de ilgilendiriyor da ondan.”

Çok anlamsızdır bu diyaloglar ama hep vardır maalesef. Bilmediğin bir konuya biliyormuşsun muamelesi yapıp, bir de üzerine sorular sorarlar ya bazen. Bunu yaparken de, beni benden daha iyi tanıdığı hissine kapılır karşımdaki kişi. Söyleyecekleri karşısında sinirleneceğimden emin bir tavırla ‘kızmak yok ama’ der bir de üstüne üstlük.
Sanki ‘anlatma o zaman’ desem, anlatmayacak…
Neyse sırf merakımdan karşımdakinin istekleri doğrultusunda her defasında devam ederim bu diyaloga…

“Allah Allah..Tamam. Kızmak yok.”

“Trende sana çakmağı getiren Aysun’du…”

Emin olamamakla beraber tahmin ediyordum aslında onun Aysun olduğunu. Zira bir şekilde kaldığım kompartımanı öğrenmiş olması gerekiyordu.
“Yaaaa…”,dedim gayet yalandan, ama fark etmedi Filiz. “Neden peki ?”

Az önce bilmediğimi zannettiğim bir konu üzerine fikir yürütmem gerekiyordu, şimdi ise bildiklerim hakkında bilmiyormuş gibi yapmam. Ne garip!

“Senden ayrıldıktan sonra kompartımana gittiğimde Aysun beni bekliyordu. Merak etmiş geç kaldığım için doğal olarak. Ben de önce beraber yediğimiz yemekten, sonra da senden bahsettim biraz…
Artık nasıl bahsettiysem, kendi gözleriyle görmek istedi seni. Çakmağı bahane edip gönderdim ben de onu sana.”

“Demek öyle. Kandırdınız yani beni. Senin yerine Aysun’la konuştum şimdi ben öyle mi?”
“Evet öyle.”
“Geri döndüğünde ne dedi peki benim hakkımda?”
“…Yakışıklıymış,dedi.”

“Genelde aynı mıdır düşünceleriniz peki?”
“Her konuda değil belki ama… Bu konuda aynı…”, dedi utangaç bir tavırla.

Beraber geçirdiğimiz zamanların tadı her geçen dakika daha da güzelleşiyordu. Sabrımın beni ödüllendireceği düşüncesiyle, benimle sırlarını paylaşmaktan çekinmeyen bu ‘peri kızı’nı, gecenin sonunda dudaklarında bir tebessüm bırakacak şekilde odasına bırakıp, kaldığım pansiyonun yolunu tuttum. Filiz’in anlattıkları ile benim başıma gelenleri birbirine bağlamak için duyduklarımı süzgeçten geçirmem gerekliydi. Bunu gerçekleştirmek için de ihtiyacım olan, hiçbir şey düşünmeden balıklama dalacağım deliksiz bir uykuydu.

                                      ***

Ertesi günü yine havuz başında gayet keyifle geçirdik hep beraber.
Akşamında ise yemeğe çıktık yine aynı ekip!
Aysun, Hüseyin, ben ve Filiz.
Aysun’la benim küçük! sırrımız, Filiz’in bana verdiği diğer sırlarla beraber paketlenmiş, masamızın ortasında öylece duruyordu. Allah’tan kimsenin paketleri açmak gibi bir niyeti yoktu. En azından şimdilik!

Filiz’in eski kocası Murat hakkında öğrendiklerimin, Aysun’un yaptıklarına gerekçe bulmam konusunda hiç yardımı olmamıştı. Aksine kafam daha da karışmıştı. Yemeğin tadını çıkartmaya çalışırken ara ara aklıma bazı senaryolar geliyordu, ama hiçbirini tamamlayamadığım için düşünmekten kolayca vazgeçiyordum.

Bir ara Filiz ile Hüseyin anlamsız bir şekilde tartışmaya tutuştular.
Filiz, ekolojik dengenin insanlar tarafından bozulması hususundaki hassasiyetini her zamanki ateşli ve hakkaniyetli tavrıyla gösteriyor, eniştesi de resmen onu çıldırtmaya uğraşıyordu.

Ben biraz bunaldığım için sigaramı yemek yediğimiz restoranın önündeki güzel bahçede içmek istedim. Bahçenin içinde, İstanbul’da kolay kolay göremeyeceğimiz kuğuların, arada bir aralarında kavga ederek dolaştıkları çok keyifli bir havuz vardı.
Bu esnada, ‘Sürüden ayrılanı kurt kapar’ atasözünü unutmuş olmalıyım.

Bir iki nefes sonra Aysun yanı başımda bitti. O da sigara içme bahanesiyle masayı terk etmiş ve sonunda benimle yalnız kalmayı başarmıştı.

“Ötmemişsin Filiz’e… Aferin.”,dedi.
“Ne dememi bekliyordun ki?”
“Ben de onu diyorum işte. Akıllıymışsın. Durup dururken ortalığı karıştırmaya ne gerek var? Zaten iki kardeşle birlikte olmak varken neden birini seçesin, öyle değil mi ?”
“Ne diyorsun sen be!”

“Kızma canım hemen… Tamam, anladık Filiz’e hissettiklerin yüzünden susuyorsun ama… Benim seninle işim daha bitmedi.”

“O da ne demek şimdi?”

“Aslına bakarsan yolculuktan sonra seni bir daha göreceğimi hiç düşünmemiştim. O yüzden de tam aradığım adam olduğunu düşünmüştüm.”

“Ne adamı? Ne saçmalıyorsun? Seninle işim olmaz benim.”

“Anlamamış gibi davranma. Filiz anlatmıştır kesin sana. Ağzında bakla ıslanmaz bizimkinin, bilmez miyim hiç? Her önüne gelene anlatır.”

“Neyi anlatacak? Gerçekten bir şey anlamadım.”

“Neyi olacak… Hüseyin’le çocuğumuzun olmadığını.”

Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Sır paketlerinden biri açılmıştı işte çok geçmeden. Filiz’in anlattıklarını açık etmeden bu durumdan nasıl sıyrılacağım konusunda ise hiçbir fikrim yoktu. Üstünde durmadan geçiştirebilir miyim acaba diye düşünürken asıl farkına varmam gereken şeyi gözden kaçırıyordum.

Tıpkı ağaçlara bakarken ormanı algılayamamak gibi…

“İyi de bana ne bundan ?”
“Sana ne olur mu hiç? Neden seninle birlikte oldum sanıyorsun şapşal? Damızlığımsın sen benim…!”

Aysun’un benim üzerindeki niyetini anlamıştım sonunda. Çok istediği çocuğuna ulaşmak için kullandığı bir araçtım sadece. Aslında bu durumdan kısmen memnun bile olmuştum. En azından duygusal olarak herhangi bir tehlikesi yoktu yaşananların.

Yine de bunca adam varken yeryüzünde, neden Filiz’in müstakbel sevgilisini seçmişti acaba kendisine?

Bu arada Hüseyin sonunda! Filiz’i kaçırmayı başarmış, O da soluğu yanımızda almıştı. Böylece Aysun’la yaptığımız manidar sohbetimiz de istemsizce noktalanmıştı.